Sürrealist Bir Ressam ''Salvador Dali''

Sürrealist Bir Ressam ''Salvador Dali''

Salvador Dalí, 11 Mayıs 1904’te Salvador Dalí i Cusí ve Felipa Domenech Ferres’in ikinci çocuğu olarak Figueres, Katalonya, İspanya’da dünyaya geldi. Çiftin 1901 doğumlu ilk çocuğu, Dalí’nin doğumundan tam olarak dokuz ay on gün önce 1 Ağustos 1903 tarihinde sindirim iltihabından öldü ve ismi olan ‘Salvador’ böylelikle ikinci çocuğa geçti. İlk çocuklarının ölümünü kabullenemeyen Dalí çifti, genç Dalí’nin yanında sık sık ölü kardeşinden bahseder ve onunla birlikte ilk Salvador’un mezarını düzenli olarak ziyaret ederlerdi. Bu, Dalí’nin genç yaşta kimliğiyle ilgili kafa karışıklığı yaşamasına yol açtı. Daha sonra, hiç tanımadığı erkek kardeşi hakkında, “iki damla su gibi göründük ama düşüncelerimiz farklıydı; o muhtemelen benim mükemmelce tasarlanmış ilk versiyonumdu” demişti.


Dalí üç yaşındayken kız kardeşi Ana Maria doğdu. Annesi, kız kardeşi, teyzesi, büyükannesi ve bakıcısının sürekli ilgisini çeken evin tek oğlu olan Dalí, erken yaşlardan itibaren şımarık ve kaprisli bir karakter sergilemeye başladı. 1916’da İspanya’nın Figueres kentindeki Colegio de Hermanos Maristas Instituto’daki resim okuluna başladı. Ciddi bir öğrenci değildi, hayal kurmayı ve sınıfın eksantriği olarak öne çıkmayı tercih ediyor, garip giysileri ve uzun saçlarıyla tüm dikkatleri üzerinde topluyordu. Sanat okulundaki ilk yılının ardından Cadaques’te ailesiyle tatil yaparken, sık sık Paris’i ziyaret eden yerel bir sanatçı olan Ramon Pichot ile tanıştı ve modern resmi keşfetti. Ertesi yıl, babası aile evinde Dalí’nin karakalem çizimlerinden oluşan bir sergi düzenledi. 1919’da genç sanatçı Figueres Belediye Tiyatrosu’nda ilk halka açık sergisini açtı.



 

1920’lerde iki olay onun olgun sanatsal tarzının gelişmesine yol açtı: Birincisi Sigmund Freud’un bilinçaltı görüntülerin erotik önemi üzerine yazılarını keşfiydi. Freud’un psikanalitik çalışmalarından derinden etkilenen Dalí, bilinçaltına erişmeye çalıştığı eserler üretmeye yöneldi. 1930’larda Dalí, “paranoyak eleştirel yöntemi’’ icat etti ve içsel yaratıcılığını ve hayal gücünü ortaya çıkarmak için bilinçaltı ve halüsinasyonlardan yararlanmaya başladı. Dalí, kendi kendine empoze ettiği bu hezeyana girdikten sonra, görselleştirdiği halüsinasyon görüntülerini genellikle birbiriyle ilişkili olmayan görüntüleri yan yana resmederek elde ediyordu. Bu yöntemi sürekli olarak sanatına ve hayatının diğer yönlerine uygulayan Dalí, yaratıcılığının doruk noktasına erişmeyi ve bu yaratıcılığı örnek sanat eserlerine dönüştürmeyi amaçladı.

Dalí’yi etkileyen bir diğer olay ise bir grup sanatçı ve yazar olan Paris Sürrealistleriyle ilişkisiydi. Madrid’de geçirdiği yıllarda, aynı zamanda kendisi gibi avangart sanata düşkün olan film yapımcısı Luis Buñuel ve şair Federico Garcia Lorca ile yakın arkadaş oldu. 1923’te disiplin eksikliği nedeniyle geçici olarak okuldan uzaklaştırılan Dalí, aynı yıl Girona’daki hükümete karşı siyasi faaliyetleri nedeniyle kısa bir süre hapse atıldı ve nihayetinde sanat okulundan atıldı. 1925’te okula döndü ve Barselona’da ilk kişisel sergisini açtı. Resimleri eleştirmenler tarafından ilgi ve şaşkınlıkla karşılandı.

Dalí, 1926’da Paris’e gitti ve çok saygı duyduğu Pablo Picasso ile tanıştı. Önümüzdeki birkaç yıl içinde, Picasso etkisi Dalí’nin çalışmalarına hakim olacaktı. Dalí, Paris gezisinden döndükten kısa bir süre sonra okulundan kalıcı olarak atıldı ve kısa süre sonra askere gitti. Askerlik hizmetini Ekim 1927’de bitirdi ve Mart 1928’de sanat eleştirmenleri Luís Montanyà ve Sebastià Gasch ile birlikte sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan “Anti-Art Catalan Manifesto”yu yazdı.

  

Dalí, Yanan Zürafa’yı 1940-1948 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sürgününden önce resmetmiştir. Bu resim, onun memleketindeki savaşla kişisel mücadelesini göstermektedir. Dalí’nin daha sonraki bir tarihte “femme-koksiks” (kuyruk kemiği kadın) olarak tanımladığı bu fenomen eser, Sigmund Freud’un psikanalitik yöntemine dayandırılabilir.

Ön planda sandık gibi yandan açılan çekmeceli bir kadın figürü vardır. Bu muazzam kadın figüründeki açılmış çekmeceler, insanın bilinçaltına atıfta bulunur. Dalí bu imajinasyon için “çekmecelerimizin her birinden yükselen sayısız narsisistik kokuyu takip etmeye, belirli bir içgörüyü göstermeye hizmet eden bir tür alegori” tanımlasında bulunmuştur.

Hem öndeki hem de arkadaki iki kadın da koltuk değneği benzeri nesnelerle desteklenen, sırtlarından çıkıntı yapan tanımlanmamış şekillere sahiptir. Öndeki figürün elleri, kolları ve yüzü derinin altındaki kas dokusuna kadar sıyrılmış haldedir. Arkadaki figür ise elinde bir şerit et tutmaktadır. Masmavi bir gökyüzü ile alacakaranlık atmosferin tezatlığını açık bir şekilde gördüğümüz bu eserde, resmin geri kalan unsurlarıyla karşılaştırıldığında oldukça küçük olan zürafa figürü ise sırtı yanarken resmedilmiştir. Yanan zürafa görüntüsünü ilk kez 1930 yapımı L’Âge d’Or (Altın Çağ) filminde kullanan Dalí, zürafa figürüne devam eden yıllarda da eserlerinde sıklıkla yer vermiştir. Dalí için bir totem hayvanı olarak simgeleşen zürafa “erkeksi kozmik kıyamet canavarı” ve bir savaş önsezisidir.


 

Bu resim Dalí’nin, kahramanı Sigmund Freud’u etkilemek amacıyla geliştirdiği paranoyak eleştirel yönteminin örneklerinden biridir.

Bu yöntemi “çılgın fenomenlerin çağrışımlarının ve yorumlarının eleştirel ve sistematik nesnelliğine dayanan spontan irrasyonel bilgi yöntemi” olarak tanımlayan Dalí’nin en çok ilgisini çeken şey, paranoyanın yönü ve beynin rasyonel olarak bağlantılı olmayan şeyler arasındaki bağlantıları algılama yeteneğidir.

Tıpkı ‘Swans Reflecting Elephants’ veya ‘The Great Mastrubator’da olduğu gibi, bir sanat eseri yaratırken yöntemi kullanmak, çalışmadaki görüntüleri görselleştirmek ve bunları nihai ürüne dahil etmek için aktif bir zihin sürecini kullanmış ve ortaya çıkan çalışmanın bir örneği olarak, belirsiz bir görüntünün farklı şekillerde yorumlanabildiği bir çift görüntü oluşturmuştur.

 

1931 tarihli ‘Belleğin Azmi’ ya da daha çok bilinen adıyla ‘Eriyen Saatler’, hem Dalí’nin hem de Sürrealizm akımının en tanınmış eserlerinden biridir. Bu resmi yapmadan bir yıl önce Dalí, kendi sanat yaklaşımını geliştirerek “paranoyak eleştirel yöntemini” formüle etti. Bir sanat eserini kolaylaştırmak için kendinden kaynaklı paranoya ve halüsinasyonlara dayanan bu yöntem, özellikle Dalí’nin stil bakımından gerçekçiliğe dayanan, ancak konu bakımından gerçekçi olmayan bir çalışma koleksiyonu olan, elle boyanmış rüya fotoğraflarının yaratılmasında etkili oldu.

 

Bir yanı Dalí’nin deyimiyle sıcak Ağustos güneşinde eriyen bir Camembert peynirinden ilham alan Belleğin Azmi, öte yandan Dalí’nin Paranoyak-Kritik Metot süreciyle elde ettiği bir çocukluk olayına dayanmaktadır. Bir başka deyişle, “yeniden keşfedilmiş” bir anıdır. Eserin merkezinde tuhaf, neredeyse ama tamamen insansı olmayan bir figür yatmaktadır. Bunun, bir rüya hali olduğunu belirtmek için biri kapalı diğeri açık bir göz ile resmettiği bu figürün, Dalí’nin kendisinin bir temsili olduğuna inanılıyor.

Eser 1934 yılında ismini gizli tutmak isteyen bir bağışçı tarafından The Museum of Modern Art (MoMA)’ın koleksiyonuna bağışlanmıştır. Günümüzde halen MoMA’da sergilenmektedir.

 

The Metamorphosis of Narcissus, Dalí’nin tamamen ‘paranoyak eleştirel yöntem’e uygun olarak yaptığı ilk resimdir. Dalí bu yöntemi deliryum fenomeninin eleştirel-yorumlayıcı ilişkisine dayanan ”irrasyonel bilginin spontane yöntemi ” olarak tanımlanmıştır.

Yunan mitolojisindeki Narcissus’un, bir diğer adıyla Nergis’in, bir havuzda yansıyan kendi görüntüsünü gördükten sonra kendine bakamayacak kadar hayran kalması ve sonunda ortadan kayboluşunun hikayesini anlatıyor. Resmin ortasına, Narcissus’un reddettiği taliplerinden oluşan bir grup erkek yerleştirmiş. Tuvalin sol tarafında bir göl kenarında çömelmiş Nergis figürü başını dizine yaslamış ve taş eliyle vücudunun şeklini yansıtan bir yumurtayı sağında tutarken, kırık yumurtadan ise bir nergis çiçeği filizlenmiş.

Tıpkı ‘Swans Reflecting Elephants’ tablosundaki gibi bu resimde görülen ikili görüntüyü oluşturmak için Dalí yine bir göldeki yansımayı kullanmış ve havuzda diz çökmüş Nergis’in yumurtayı ve çiçeği tutan ele dönüşmesini halüsinatif bir etkiyle tasvir etmek için ‘elle boyanmış renkli fotoğraf’ olarak tanımladığı titiz bir teknik kullanmış.

Günümüzde Londra’da bulunan Tate Modern Müzesi’nde sergilenmektedir.

Tags: