Hayat’ta Yaşamak

Hayat’ta Yaşamak

Hayat’ta Yaşamak

Kendi Kendine Yetebilir Bir Yaşam Örneği Olan Hayatlar

ünümüzde kullandığımız birçok alet edevat ve bizi iyi hissettiren duyguların geçmişin ayak izlerini taşıdığını görüyoruz. Kalıcı olmanın ve sürdürülebilirliğin en önemli nüanslarindan bir tanesi kendi kendine yetebilirlik. Birleşmiş Milletler, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987 yılı içerisinde yayınladığı raporda ilk defa sürdürülebilirlik kavramının tanımı yapılmıştır.

Oysa ki 18-19. yüzyıl Antepevi yapılarına baktığımızda sürdürülebilir bir yaşam kurgusunun o dönemlerde yapıldığını görüyoruz. Biz bugün kendi kendine yetebilmeyi, doğayı katlederek değil onunla uyumlu bir dengede yaşamayı yani sürdürülebilirliği tartışırken; atalarımız bu topraklarda yüzyıllar önce bunun çözümünü hayatta bulmuştur. Hayat deyince hemen aklımıza yaşam geliyor.

Düşünün hayat o kadar önemli bir mekanmış ki bu ismi vermeyi uygun görmüşler. Bugün binlerce dönüme sığdırılan tüm sosyal, ekonomik ve yaşamsal ihtiyaçları kendi iç dünyasına sığdırabilen, bu eksende bir yaşam tarzının şekillendiği bir mekan düşünün. Etrafı süyükle çevrili bir iç mekan olan hayat, öyle bir yermiş ki gün gelir düğünler nişanlar yapılır, çocukların oyun bahçesi olurmuş. Gün gelir yazlık kışlık hazırlıklarının yapıldığı bir mekân olurmuş.

Yaşamsal faaliyetlerin tümünde kendine yer bulan, sürdürülebilirlik kavramının izlerini hayat içerisinde hayata geçiren ögeleri gelin beraber inceleyelim.

Hayatta iklimlendirme sistemi

Gaziantep tipik bir karasal iklim hakimiyetindedir ve bu durum mimarinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Antepevleri konumu itibariyle farklı kullanım alanları ile kendi doğal iklimlendirmesini yaratmıştır. Yüksek tavanlı Antepevleri’nin tavanlarında yer alan küçük pencereler kuşlara yuva olurken aynı zamanda hava sirkülasyonunu sağlayarak evin serin olması sağlamıştır. Küçük kuş tağaları… Bir başka doğal klima etkisi ise her Antepevi bahçesinin olmazsa olmazı ariş. Ariş deyip geçmeyin o sadece bir asma ağacı değil, bugünün elektrikli jaluzisidir. Yazın yapraklarını çıkarır ev ahalisine gölgelik olur, kışın ise yapraklarını döker güneşi içeri alırdı. Bir başka serinleme aracı ise gane diyebiliriz. Hayatın ortasında bulunan bu küçük havuzların içinde biriken su buharlaşarak etrafa bir serinlik yayarmış.

Hayatta doğal su kaynağı

Evin su ihtiyacı kimi evlerin hayatında bulunan kuyudan karşılanırmış.  Kuyuların çoğu livas adı verilen yer altı kaynakları ile birbirine bağlıymış. Büyük hayatlı bir Antepevi’nde doğan, büyüyen ve yine hayatlı bir eve gelin giden Akten Köylüoğlu şöyle aktarır; “Evlerde musluk yoktu. Ganeden ganeye geçen bir su sistemi vardı. Suyun başında şapşak dururdu, suyu onunla alırdık. Komşuya giden suya el batmazdı, komşunun komşuya hürmeti vardı, der. Ayrıca pis su komşuya gitmez arıktan akar başka yere giderdi.” Ganenin suyuyla bir tarafta yıkanan kilimler bir tarafta su içip oynaşan kuşlar varmış.

Hayatta kolektif yaşam

Sürdürülebilirlik, kendi kendine yetebilme, doğayla uyumlu yaşam. Tüm bu kavramların eyleme geçmesi için insan emeğinin de sürdürülebilir olması gerekir. İş bölümünün olduğu kolektif bir yaşam örneğini yine hayatta gerçekleşen şire yapımından bulgur yapımına, kuruluk hazırlamadan, peynir yapımına, yün yıkamadan, topaç yapımına oldukça güç ve zaman isteyen bu işlerin komşuluk ilişkilerinin de bir dayanışma hali olduğu dönemde yine birlik halinde hayatta yapıldığını biliyoruz. Hayatlı bir Antepevi’nde büyüyen bu kolektif çalışma şeklini iyi gözlemleyen Mehmet Reşit Göğüş der ki
“…annem bu işleri yaparken mesela ekmek yapımı şimdiki fabrikaların bant sistemi ile çalışırdı. Evde birisi hamuru yoğurur, birisi yumak tutar, birisi de hamuru açıp pişirirdi. Geç kaldın mı sırtına yerdin.

Çamaşır da öyleydi; teşleri yanyana dizerlerdi. Birisi yıkar, birisi çitiler, birisi de durulardı. Yine geç kaldın mı bu sefer de tasın yanıyla sırtına bir tane yerdin.” Reşit Göğüş’ün kendi evinde annesi ve ablaları arasında olan bu iş bölümüne bakınca evin hayatında geçen tüm bu faaliyetler kolektif bir yaşamın olduğunu gösteriyor.Bugün apartmanların tepelerinde duran güneş enerjisi depoları o dönem; hayatın ortasına içi su dolu konulan kalaylı teş ile sağlanırdı. Bu teşlerdeki sular ile güneş ısısından sıcak su elde edilirmiş; bununla hem çamaşır hem de çocuklar yıkanırmış.

Hayatta ekonomi

Ekonomik olarak sürdürülebilir olmanın en iyi iki örneğini yine hayatlı evde büyümüş iki kişinin anılarından derleyeceğim. Antepevi’nde büyüyen Türkan Pektaş anılarında, “1942 kıtlık senesiydi, herkes karneyle ekmek sırasına girerdi. Biz o dönem hiç sıkıntı çekmedik” der. Çünkü evde bir hazırlık vardı. Peki neydi bu hazırlık? “Annem evde bulgur kaynatırdı. İki taraflı ocağı yakar koca tencereleri koyardı, kuyudan su çekerdim bulguru yıkamak için don kazanında onun içinde kaynatırdı. Hayatta kilim üzerine yayardık. Orda kururdu. Değirmenci gelir evde bulguru çeker. Allefler taşını toprağını çıkarır, giderdi.”

Hayatlı ev merkezli olarak düşündüğümüzde Mehmet Reşit Göğüş’ün anlattıklarına göre de kendi ekonomisini kendi içinde döndüren bir yaşam tarzının olduğunu görüyoruz.

Şöyleki; “Bahçenin bir köşesinde ocaklık vardı. Ocaklıkta bir de küllük olurdu. Evdeki bütün ateşler yandıktan sonra tüm küller orada biriktirilirdi. Kül şimdiki deterjanın yerine kullanılırdı. Bulaşık, çamaşır yıkamak için ev temizliğinde kullanılırdı. Türkiye’ den bütün deterjanın ana maddesi yurtdışından geliyordu, döviz vererek getirilirdi. O zaman Antep’te biz o külü kullanırdık böylelikle o döviz dışarı gitmez kendi kendimize geçinirdik” der.

Bugün hala hayatı arıyoruz. Bağ evleri, evlerin balkonları, aktiviteli siteler bu arayışın bir kanıtı olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların tekrardan doğaya dönüş çabası son yıllarda gitgide artmakta. Ama maalesef yukarıda bahsi geçen yaşam şeklini toplu olarak bulabilme şansımız artık yok. Ben hayatlı bir evde büyümedim ancak yazımı orada geçirdiğim bir günü hayal ederek bitireceğim.

Mesela bir yaz günü ikindi vakti elimde süpürge, taş döşeli hayatı süpürüp sonra da hortumla bir güzel yıkıyorum. Ekinlikteki çiçekleri sularken etraf birdenbire mis gibi reyhan kokuyor. O sırada suladığım çiçeklerin isimlerini düşünüyorum. Lökkiye, cam güzeli, ötürüye… Bir yandan gannenin fıskiyesinden gelen su sesinin eşliğinde yere bir kilim açıyorum. Simitle salçanın birleşen o müthiş kokusu geliyor burnuma çünkü yağlı köfte yoğruluyor. Ocaklıkta da akşam yemeği hazırlıkları yaz dolması, balcan kızartması, yanında şehriyeli bulgur pilavı… Yediğim, içtiğim, yıkandığım, oyun oynadığım her şeyin bu hayat sayesinde olduğunu bilerek ve yine hayata kurulmuş cibiliğin içine giriyorum, yıldızlara bakarak uykuya dalıyorum.

Kullanılan fotoğraflar Gaziantep Kent Arşivi ve Araştırma Merkezine Bilge Kazaz tarafından bağışlanmıştır.

 

 

Tags: