DOĞAYA DÖNÜŞ PSİKOLOJİSİ EKOPSİKOLOJİ

DOĞAYA DÖNÜŞ PSİKOLOJİSİ EKOPSİKOLOJİ
Doğadan uzak modern yaşama geçişimizin nasıl başladığına dair çok fazla fikir mevcut. Kimileri tarıma geçişle doğadan uzaklaştığımızı iddia ederken kimileriyse endüstrileşme ile bu kopuşun başladığını düşünmektedir. Bugün modern yaşamın getirdiği birçok problem insanları etkilemektedir. Artan ruhsal problemler de bunun en büyük örneğidir. Bu problemlerin giderilebilmesi için birçok alanda çalışma yapılmaktadır. Ekopsikoloji de insan davranışları konusunda çalışan psikoloji biliminin bir alt alanı olarak kabul edilir. Ekopsikoloji (Ecopsychology), insanları ruhsal olarak doğaya yakınlaştırarak, psikolojik olarak tedavi etmeye çalışan terapötik bir teknik ve ideolojidir.
Psikoloji ve ekoloji arasındaki ilişkiyi inceleyen ekopsikoloji kavramı, temelde insanın doğa ile olan ilişkisinin, insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini etkilediğini savunan bir görüştür.
İnsanlık, yaradılışı itibariyle her zaman tabiatla içli dışlı olmaya müsaittir. “Doğa” kelimesini Aristotales, şöyle tarif eder:
“Büyüyen şeylerin meydana gelişi, büyüyen şeyin kendisinden çıktığı ilk öğe, her doğal varlıkta bu doğal varlığın özü gereği sahip olduğu ilk hareketin ilkesi.”
Saf ve bozulmamış olan doğaya özlem yahut kaçış, bir nevi öze dönüş olarak algılanabilir. Medeniyetin ve toplumun getirdiği mecburiyetler karşısında çaresiz kalan insan, aslına dönme merkezli bir gerilimin içine düşer. Bu gerilimle ortaya çıkan bunalım ve sıkıntı, insanın kaçışına zemin hazırlayan sebeplerden birisidir.
Nihayetinde bulunduğu yapay ortamdan uzaklaşmayı arzu eden insan, güvenli ve saf bir sığınak olarak gördüğü tabiatı kendine mekân edinir, orada yaşamaya başlar. Ekopsikoloji düşüncesine göre, yaşadığımız dünyada bireyin her açıdan daha sağlıklı olması için ekolojik bilincini uyandırarak doğaya zarar vermeme, hayvanlara ve doğaya saygı duyma ve bağlarını giderek kopardığı doğaya tekrar dönüşü gerekmektedir. İnsanlığın kurtuluşunun ve huzura erişinin yalnızca doğaya dönerek mümkün olduğu düşünülmektedir.
Toplumun umutsuzluğu ve karamsarlığı, yalnızca ‘doğaya dönerek’ önlenebilecektir. Hayvanlar, doğa ve bunların bütünü olan ekolojik sistemle iç içe ve saygı duyarak yaşanılan bir hayat, sağlıklı bir toplum için hayati bir önem taşımaktadır.
Toplumun umutsuzluğu ve karamsarlığı, yalnızca ‘doğaya dönerek’ önlenebilecektir.
Araştırmalar ekoterapik faaliyetlerin, insanlar üzerinde; zihinsel aktivitede gelişme, odak süresinin artması, uykunun iyileşmesi, kaygı, korku, sıkışmışlık hissi gibi olumsuz duyguların daha az yaşanması, obezitenin azalması, beden algısının daha olumlu olması, öz saygının gelişmesi, sosyal etkileşimin artması gibi birçok yararı olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Bugün birçoğumuz modern hayatın içinde konforlu bir şekilde yaşadığımıza inanıyoruz fakat yüzyıllarca doğada yaşayan atalarımızın bize bıraktığı özellikler yaşadığımız bu hayatın şartlarına uygun değil.
Bu nedenle artık her gün kendi içimizde biraz daha kayboluyoruz fakat bu durum içinden çıkılamayacak kadar karamsar değil.
Bugün modern hayatı kökten değiştirmek imkansız belki ama kendi içimizde kaybolduğumuz bir anda yaşadığımız anın değerini yeşeren ya da dökülen bir yaprakta, doğada görmeye çalışabiliriz. Kendi içimizde kaybolmak yerine doğanın bize anlattıklarını dinlemek içimizde saklı olan yaşam gücünü bulmamıza yardımcı olabilir.
Kaliteli bir kent yaşamı, binalar, yollar ve yeşil alanlar arasındaki dengeli bir dağılımın sonucudur. Kent içerisindeki yeşil alanların farklı kullanım türleri, yeşil alanların işlevleri, büyüklükleri ve hizmet alanları kentsel yaşam kalitesi içerisindeki etkisini ortaya koymaktadır.
Ancak büyük şehirlerde hızla artan nüfusun konut ihtiyacının karşılanması, özellikle şehir merkezleri ve yakın çevrelerindeki yeşil alanların azalmasına yol açmaktadır. Şehirlerde arsaların emlak değerlerinin yüksek olması ve artan nüfusun yeşil alan ihtiyacının karşılanması nedeniyle büyük şehirlerde binalarda atıl durumdaki mekanların değişik fonksiyonlarla kullanılması, teras ya da çatıların çok amaçlı kullanımı yaklaşımıyla çatıların yeşil alan olarak büyük bir potansiyel teşkil ettiği ortaya çıkmıştır.
Küresel ısınmaya güneş ya da volkanlar gibi doğal faktörlerin sebep olmadığı, küresel ısınmanın sorumlusunun aslında biz insanlar olduğu kaçınılamaz bir gerçektir. Buna rağmen iklim krizi üzerine yapılan anketlerde, toplumun bazı kesimlerinin hala iklim değişikliğini küresel bir kriz olarak değerlendirmediği görülüyor. İklim krizinin hayati ve küresel bir sorun olarak görüldüğü kesimdeki bireylerin ise günlük hayatlarında sürdürülebilir seçimler yapmaları ve çevreci davranış biçimlerini özümsemeleri için her zaman gerekli motivasyonları olmuyor.
Her ne kadar doğaya dönüşün insan psikolojisine olumlu etkileri olsa da, kişi içinde bulunduğu ortama uyum sağlamakla yükümlüdür. Bireyin kent yaşamı ile doğal yaşamı denge halinde tutması gerekmektedir. Sadece kent yaşamını seçip, doğadan uzaklaşadabilir ya da sadece doğa yaşamına da yönelebilir.
Fakat bu durumda ikili uyumsuzluk ortaya çıkabilir, bu uyumsuzluğu ortadan kaldırmak ve sürdülebilir yaşam tarzını benimsemek adına dengede olmak önemlidir. Bireyler doğal yaşam ya da bohem hayat kavramının sadece sosyal medyada lanse edildiği gibi olmadığını her iki tarafında kendi içerisinde zorluklarının olduğunun bilincinde olmalıdır.