Sen mutlu olmaya falan mı çalışıyorsun Mihrap?

Sen mutlu olmaya falan mı çalışıyorsun Mihrap?

Hayallerin, planların, sırların, dedikodunun gerçekte var olan insanlarla yani aile, komşular, dostlar, arkadaşlarla, hatta mahalleliyle konuşulduğu, paylaşıldığı…

Tüm sevinçlere, hüzünlere, acılara, mutluluklara, heyecanlara herkesin ortak olduğu, güven duygusunun daha zedelenmediği…

Ağır abi ve mahalle delikanlıların raconlarına sadık kaldığı…

Yapmacık tavırların TV ekranlarında kalıp, henüz daha mahalle sınırlarına sokulmadığı…

‘‘Çocuklar az ötede oynayın bakayım kesecem şimdi topunuzu’’ gibi tatlı sert söylemlerim çocukları oyundan caydırmadığı…

 Pamuk helvanın, elma şekerinin, macunun tadının hala bozulmadığı…

Berberinden kasabına, bakkalından terzisine, tesisatçısından elektrikçisine, tüm esnafın kitle iletişiminin en güzide örneklerini sergilediği, iletişimin aksadığı durumlarda mahallenin pencere ve balkonlarının devreye girdiği…

Mahallenin en güzel kızına aşkını itiraf edemeyen gençlerin renkli zarflar ile isimli - isimsiz mektuplarını posta kutusuna ya da kapıya bıraktığı…  

Çıkma teklifini kabul eden flörtünüze kasetçide en az bir karışık kaset hazırlatıp hediye etmediyseniz romantik sayılmadığınız… 

Gül hediye etme furyasının henüz başlamadığı, sokakta satılan alelade bir çiçeğin bile sevgiliyi çok mutlu ettiği…

Aşkın bir takım erozyonlara rağmen yine de içten, masum, hissederek yaşandığı…

Son dönem…

Biliyoruz ki bu saydıklarım artık yok, teknoloji ve onun getirdiği yenilikler hayatımıza o kadar tesir etti ki, hayatımız tahayyül edemeyeceğimiz ölçüde değişti ve hızlandı. 90’ lı yıllarda kullandığımız pek çok eşya işlevini yitirdi, hatta birçoğunu kullanmıyoruz bile. 

Elbette ki değişen ya da işlevini yitiren sadece eşyalar olmadı. Hızlı hayat, kentlerin gelişimi önce mahalleyi yok etti. Yoğun çalışma temposu ile akrabalık, komşuluk bağları giderek daha zayıflar hale geldi. Aşk artık bir mesajla başlayıp, bir mesajla biter halde. Geçmişte olmazsa olmaz dediğimiz değer yargıları evrildi, zaman içinde farklı formlara dönüştü, şimdi bazılarına gülüp geçiyoruz.

Ancak yeni dönem hayatı, getirdiği tüm imkan ve kolaylıklara rağmen insanın geçmişe özlemi devam etmekte. Eskileri yad ederken gözlerdeki o anlamlı derinlik, yüzlerdeki hüzünlü kırık ifade, boğazda düğümlenip göğüste yankılanan o keşke iç sesi, geleceğe de bir şeyler taşımanın habercisi sanki.    

Bilim insanları ve araştırmacılar geçmişe özlem duygusunun temel nedenini; insanın eksik bir varlık olmasında ve doğumundan ölümüne kadar kendini tamamlama isteğinde arıyor. İnsan geçmişin eksikliği, şimdi yaptıkları ve geleceğin planları ile yaşıyor. Ancak ne kadar plan yaparsa yapsın geleceğin bir bilinmezlik boyutunda oluşu, geçmişe daha sıkı sarılma nedeni.

Sözü daha fazla uzatmadan bizi özlediğimiz geçmişe götüren ayın kitabına geçelim. 90’ların sonu ve 2000’ li yılların başına değinen “Bizim Zamanımız” okuyucuya nostalji ve romantizmi tekrar hatırlatırken, gündelik insan ilişkilerindeki değişimi görebilmek açısından da farkındalığımızı arttırıyor.        

Yazar Sinem Sal romanında, hayatlarına konuk olduğumuz kadınların mücadelesini, yalnızlığını, sevgiden yoksunluğunu vurgulamakla kalmayıp, 90’lı yılların atmosferini son derece etkili bir gözlem, izlenim ve sezgiyle okuyucuya sunuyor.

Romanın baş kahramanı Mihrap Güzelyayla, babasından kalma tuhafiye dükkanını annesi Asiye ile çevirmeye çalışan, hiç istemediği ve hayal kırıklığı ile sonlanan evliliğinin yaralarını sarmak isteyen otuzlu yaşlarında bir genç kadın. Mahallesi, annesi ve kendisi arasında sıkışıp kalan ve bu kabuğu kırmaya çalışan Mihrap ne yazık ki bulduğu aşkta da hayal kırıklığı yaşıyor.

Cep telefonlarının yeni yeni hayatımıza nüfuz etmeye başladığı, mektupların  yerini mesajların aldığı, gelen ya da gelmeyen mesajların karın ağrıttığı, internetin evlere girmediği, Google’da arama yapmanın henüz bilinmediği, sosyal medyanın mahalle insanlarının fısıltıları ile sağlandığı bu ‘ara dönem’  yazar  Sinem Sal tarafından oldukça keyifli bir üslupla okuyucuya aktarılıyor, diyaloglardaki dinamizm de okuru esere bağlayan bir başka unsur.

Sinem Sal’ı okurken kendinizdeki ani duygu değişimlerine hazır olun, sayfa başında gülümserken, sayfa sonu dertlenebilirsiniz. Bu durumda telaş yapmadan, kahramanımız Mihrap Güzelyayla’ nın affına sığınarak sanat güneşimizden ‘Mihrabım diyerek’ şarkısını açıp, çay ya da kahve molası vererek akabinde okumaya devam etmenizi öneririm.

Mihrab’ ın nostaljik şarkıları ile süslenen hikayesine küçük biri süs de biz yapalım; 

Mihrabım diyerek sana yüz vurdum,

Gönlümün dalında bir yuva kurdum,

Yıllardan beridir yalvarıp durdum,

Sevgilim demeyi öğretemedim,

Sonunda hicranı öğrettin bana,

Ben sana sevmeyi öğretemedim.

Bir sonraki sayıya kadar, sağlık, sevgi ve kitapla kalın…

Tags: